En yakını seksen kilometre uzakta olan illerden kiralanan film köyde gösterildikten sonra, komşu köylere olan yolculuğuna başlardı. Bir öğle vakti yola çıkan at arabası “Mühür Gözlüm” ya da “Allı Turnam” türküleri eşliğinde, buğday, pancar, haşhaş tarlalarının arasından yavaş yavaş ilerlerdi. Arabada çoğunlukla Yılmaz Güney, bazen Fikret Hakan, Ayhan Işık, Sadri Alışık ve Cüneyt Arkın olurdu. Film değişim zamanı gelip çattığında, oyuncular köyden geçen trenle kasabanın yolunu tutar, bu kez de cezaevinde gösteri yaparlardı.
Sinema ile ilk tanışmam samanlıktan bozma, sonradan ahır olarak kullanılan bir yerde olmuştu. Üstü kamışla kaplı, toprakla örtülü, kerpiçten yapılmış bu yere Elif ablamla gitmiştim. Duvara iplerle gerilmiş bir çarşaf beyaz perde işini görüyordu. Düzgün kesilmiş kütüklerin üzerine konulan tahtalar da seyircilerin oturma yeriydi. Sinemada Ayşecik filmi oynuyordu.
Köy meydanına bakan, amcamın berber dükkanına ait duvara film afişlerini asma görevi bana aitti. Dükkanın penceresine çıkıp, demir parmaklıklara tutunarak yapardım bu işi. Afiş astığımı gören çocuklar hemen yanıma gelir, yoldan geçen kim olursa mutlaka durup beni seyrederdi. Ben de sanki okul direğine bayrak çekiyormuşum gibi işimi yavaş yavaş bitirirdim.
İlk yaptığım sinema duyurusunu, filmin gösterimi sırasında ve sonrasındayaşananları hiç unutamam.“Sayın sinemasever Yeşilhüyük halkına. Emek Sineması bu akşam, başrollerde Yılmaz Güney ve Pervin Par’ın oynadığı Hudutların Kanunu adlı muhteşem filmi gururla sunar. Senenin en güzel filminde ayrıca Erol Taş, Tuncel Kurtiz, Osman Alyanak ve Atilla Ergün oynamaktadır. Bütün sinemaseverlere duyurulur.” Israrlarım üzerine babam duyuruyu yapmam için mikrofonu bana vermişti. Filmin afişinde yazılanları ezbere bilmeme rağmen sesimin titremesini engel olamamış, çok heyecanlanmıştım.
Gösteri saati geldiğinde evimizin bahçesinin seyircilerle hınca hınç dolması beni çok sevindirmişti. Film güneydoğuda geçmekteydi. Toprağın verimsiz ve nerdeyse geçimin tek kaçakçılıkla sağlandığı bir sınır kasabasında yaşayan Hıdır'ın (Yılmaz Güney) kaçakçı olmamak için verdiği direnişi anlatıyordu film. Hıdır'ın kaçakcı Erol Taş yani Ali Cello ile silahlı bir çatışma sahnesi vardır. İşte tam bu sahne gösterilirken izleyicilerden Sülük Ahmet "Ülen bu Erol Taş geçen gün ölmedi mi? Şimdi ben vurmazsam anam avradım olsun" diye bağırarak ayağa kalkmış, tabancasını perdeye tutarak iki el de ateş etmişti. Çığlık çığlığa kaçanlara aldırmayan Eyüp Dayı onu kolundan tutmuş "otursana lan yerine Sülük, bu bir film, gerçek değil" demişti de, film kısa bir aradan sonra devam edebilmişti.
Ertesi sabah okulda önde kızlar olmak üzere, sınıf sınıf sıra olmuştuk. Müdür İstiklal Marşı’ndan sonra “akşam sinemaya gidenler buraya gelsin” deyince olacakları anlamıştım. Sıradan çıkıp, denileni yapmaktan, benim gibi çıkan birkaç öğrenciye katılmaktan başka çarem yoktu.
Sinemaya gitmek yasaktı ama ben gitmemiştim ki. Sinema bizim evdeydi. Yine de dayak yemekten kurtulamamıştım.