O gün hava çok güzeldi. Kıbrıs’a giden amcama getirttiğim kot pantolonumun üzerine, seyyar satıcıdan aldığım İstanbul baskılı tişörtümü giymiş, keyif içinde Bakırköy yolunu tutmuştum. Günlerden perşembeydi ama tatil nedeniyle okul yoktu. Arkadaşım Nuray’la buluşacaktım. Bahar çoktan gelmiş, ağaçlar gibi insanlar da çiçeğe durmuşlardı.
İstasyon önünde beklemeye başlamıştım ki Nuray geldi. Kot pantolon üzerine giydiği yeşilli, morlu bluzu ile bir çiçek gibiydi. Açık kestane saçları kısa ve düz, iri gözleri ise yemyeşildi. Kararlaştırdığımız üzere sinemaya gitmek için sahil yoluna koyulduk. Ermeni kilisesine varmadan yol üstündeki Sayanora Sineması’ndan Derya Gülü filmi için iki öğrenci bileti aldım. Necati Cumalı’nın eserinden uyarlanan bu filmi Süreyya Duru yönetmişti.
Filmin başlamasına kadar olan zamanı değerlendirmek için sahildeki çay bahçelerinden Normandiya’ya gittik. Arkadaşlarla okul çıkışlarında sık sık buraya gelirdik. Çalışanlar da artık hepimizi tanıyorlardı. Taner’den işaretle çay istedim. Masadaki tavlayı açıp Nuray’ı oyuna davet ettim. Mahsustan yenildiğim oyundan ikimizde keyif almıştık, sonra sinemaya gittik. Yaşlı bir balıkçının öyküsünü anlatan film çok güzeldi. Sinemadan çıktığımızda öğle olmuş, havanında etkisiyle cadde daha bir kalabalıklaşmıştı. Rum kilisesinin oradan ilk buluştuğumuz yöne doğru gidiyorduk. Acıkmıştık. Köşedeki büfeden aldığımız döneri yiyerek yürümeye devam ettik.
Az ilerde çeşitli kıyafetlerin satıldığı Pelin Pasajına girme teklifi Nuray’dan geldi. İçeriyi gezmeye başladığımızda dönerimi de bitirmiştim. Sigara yakmak istediğimde son sigaramı film arasında içtiğim aklıma geldi. Vitrine bakmakta olan arkadaşımdan izin alıp caddeye çıktım. Köşedeki satıcıya gitmek için sağa dönüp yürümeye başladım. Daha önce burayı hiç bu kadar kalabalık görmediğimi düşünüyordum ki birçok insan slogan atarak caddenin tamamını dolduruverdi.
Caddeyi dolduranlar güçlü bir sesle “Yaşasın 1 Mayıs İşçi Bayramı” diye slogan atıyorlardı. Kendimi ilk kez bir korsan mitingin ortasında bulmanın şaşkınlığı içindeydim. Kenara çekilmek istedimse de direğe asılmakta olan pankart buna izin vermedi. Başka bir yöne gitme şansım ise yok gibiydi.
Sloganları omuzlar üzerine alınan birinin konuşması izledi, “Emekçi Halkımız” diyordu konuşmacı. Sesi gür, esmer biriydi. Üç yıl önce Taksim’de, beş yüz bin kişinin katıldığı mitinge kurşun sıkıp 34 kişiyi katledenlerin yakalanamayışını, kendilerine Taksim’e çıkma yasağı konulmasını eleştiriyordu. Arada atılan sloganlarda bulduğum boşluklardan kendime bir çıkış yolu arıyordum.
Bahsedilen olayın olduğu yıl taşradaydım. Gazetelerden öğrendiğim kadarıyla yaşananlar tam bir kışkırtmaydı. Bu olaydan sonra mitingler yasaklanmış, resmi tatilin adı da bahar bayramı olarak değiştirilmişti. 12 Eylül sonrasında ise tatile de resmiyetine de son verilmişti.
Tam kalabalığın içinden çıkmayı başarmıştım ki kurşun sesleriyle irkildim. Caddeyi dolduranlar bu sesle birlikte dağılmış, koşuşturmalı bir kargaşa başlamıştı. Soldaki sokağa saptığımda kurşun sesleri hala devam ediyordu. Kesinlikle en iyi koşucular arasında bende vardım. Önümde koşmakta olan bir teyze ile sağdaki apartmanın girişine sığınıverdik.
İstasyon önünde beklemeye başlamıştım ki Nuray geldi. Kot pantolon üzerine giydiği yeşilli, morlu bluzu ile bir çiçek gibiydi. Açık kestane saçları kısa ve düz, iri gözleri ise yemyeşildi. Kararlaştırdığımız üzere sinemaya gitmek için sahil yoluna koyulduk. Ermeni kilisesine varmadan yol üstündeki Sayanora Sineması’ndan Derya Gülü filmi için iki öğrenci bileti aldım. Necati Cumalı’nın eserinden uyarlanan bu filmi Süreyya Duru yönetmişti.
Filmin başlamasına kadar olan zamanı değerlendirmek için sahildeki çay bahçelerinden Normandiya’ya gittik. Arkadaşlarla okul çıkışlarında sık sık buraya gelirdik. Çalışanlar da artık hepimizi tanıyorlardı. Taner’den işaretle çay istedim. Masadaki tavlayı açıp Nuray’ı oyuna davet ettim. Mahsustan yenildiğim oyundan ikimizde keyif almıştık, sonra sinemaya gittik. Yaşlı bir balıkçının öyküsünü anlatan film çok güzeldi. Sinemadan çıktığımızda öğle olmuş, havanında etkisiyle cadde daha bir kalabalıklaşmıştı. Rum kilisesinin oradan ilk buluştuğumuz yöne doğru gidiyorduk. Acıkmıştık. Köşedeki büfeden aldığımız döneri yiyerek yürümeye devam ettik.
Az ilerde çeşitli kıyafetlerin satıldığı Pelin Pasajına girme teklifi Nuray’dan geldi. İçeriyi gezmeye başladığımızda dönerimi de bitirmiştim. Sigara yakmak istediğimde son sigaramı film arasında içtiğim aklıma geldi. Vitrine bakmakta olan arkadaşımdan izin alıp caddeye çıktım. Köşedeki satıcıya gitmek için sağa dönüp yürümeye başladım. Daha önce burayı hiç bu kadar kalabalık görmediğimi düşünüyordum ki birçok insan slogan atarak caddenin tamamını dolduruverdi.
Caddeyi dolduranlar güçlü bir sesle “Yaşasın 1 Mayıs İşçi Bayramı” diye slogan atıyorlardı. Kendimi ilk kez bir korsan mitingin ortasında bulmanın şaşkınlığı içindeydim. Kenara çekilmek istedimse de direğe asılmakta olan pankart buna izin vermedi. Başka bir yöne gitme şansım ise yok gibiydi.
Sloganları omuzlar üzerine alınan birinin konuşması izledi, “Emekçi Halkımız” diyordu konuşmacı. Sesi gür, esmer biriydi. Üç yıl önce Taksim’de, beş yüz bin kişinin katıldığı mitinge kurşun sıkıp 34 kişiyi katledenlerin yakalanamayışını, kendilerine Taksim’e çıkma yasağı konulmasını eleştiriyordu. Arada atılan sloganlarda bulduğum boşluklardan kendime bir çıkış yolu arıyordum.
Bahsedilen olayın olduğu yıl taşradaydım. Gazetelerden öğrendiğim kadarıyla yaşananlar tam bir kışkırtmaydı. Bu olaydan sonra mitingler yasaklanmış, resmi tatilin adı da bahar bayramı olarak değiştirilmişti. 12 Eylül sonrasında ise tatile de resmiyetine de son verilmişti.
Tam kalabalığın içinden çıkmayı başarmıştım ki kurşun sesleriyle irkildim. Caddeyi dolduranlar bu sesle birlikte dağılmış, koşuşturmalı bir kargaşa başlamıştı. Soldaki sokağa saptığımda kurşun sesleri hala devam ediyordu. Kesinlikle en iyi koşucular arasında bende vardım. Önümde koşmakta olan bir teyze ile sağdaki apartmanın girişine sığınıverdik.
Nuray’ı sonraki gün kantinde bulabilmiştim.