30 Nisan 2007

Derya Gülü

O gün hava çok güzeldi. Kıbrıs’a giden amcama getirttiğim kot pantolonumun üzerine, seyyar satıcıdan aldığım İstanbul baskılı tişörtümü giymiş, keyif içinde Bakırköy yolunu tutmuştum. Günlerden perşembeydi ama tatil nedeniyle okul yoktu. Arkadaşım Nuray’la buluşacaktım. Bahar çoktan gelmiş, ağaçlar gibi insanlar da çiçeğe durmuşlardı.

İstasyon önünde beklemeye başlamıştım ki Nuray geldi. Kot pantolon üzerine giydiği yeşilli, morlu bluzu ile bir çiçek gibiydi. Açık kestane saçları kısa ve düz, iri gözleri ise yemyeşildi. Kararlaştırdığımız üzere sinemaya gitmek için sahil yoluna koyulduk. Ermeni kilisesine varmadan yol üstündeki Sayanora Sineması’ndan Derya Gülü filmi için iki öğrenci bileti aldım. Necati Cumalı’nın eserinden uyarlanan bu filmi Süreyya Duru yönetmişti.

Filmin başlamasına kadar olan zamanı değerlendirmek için sahildeki çay bahçelerinden Normandiya’ya gittik. Arkadaşlarla okul çıkışlarında sık sık buraya gelirdik. Çalışanlar da artık hepimizi tanıyorlardı. Taner’den işaretle çay istedim. Masadaki tavlayı açıp Nuray’ı oyuna davet ettim. Mahsustan yenildiğim oyundan ikimizde keyif almıştık, sonra sinemaya gittik. Yaşlı bir balıkçının öyküsünü anlatan film çok güzeldi. Sinemadan çıktığımızda öğle olmuş, havanında etkisiyle cadde daha bir kalabalıklaşmıştı. Rum kilisesinin oradan ilk buluştuğumuz yöne doğru gidiyorduk. Acıkmıştık. Köşedeki büfeden aldığımız döneri yiyerek yürümeye devam ettik.

Az ilerde çeşitli kıyafetlerin satıldığı Pelin Pasajına girme teklifi Nuray’dan geldi. İçeriyi gezmeye başladığımızda dönerimi de bitirmiştim. Sigara yakmak istediğimde son sigaramı film arasında içtiğim aklıma geldi. Vitrine bakmakta olan arkadaşımdan izin alıp caddeye çıktım. Köşedeki satıcıya gitmek için sağa dönüp yürümeye başladım. Daha önce burayı hiç bu kadar kalabalık görmediğimi düşünüyordum ki birçok insan slogan atarak caddenin tamamını dolduruverdi.

Caddeyi dolduranlar güçlü bir sesle “Yaşasın 1 Mayıs İşçi Bayramı” diye slogan atıyorlardı. Kendimi ilk kez bir korsan mitingin ortasında bulmanın şaşkınlığı içindeydim. Kenara çekilmek istedimse de direğe asılmakta olan pankart buna izin vermedi. Başka bir yöne gitme şansım ise yok gibiydi.

Sloganları omuzlar üzerine alınan birinin konuşması izledi, “Emekçi Halkımız” diyordu konuşmacı. Sesi gür, esmer biriydi. Üç yıl önce Taksim’de, beş yüz bin kişinin katıldığı mitinge kurşun sıkıp 34 kişiyi katledenlerin yakalanamayışını, kendilerine Taksim’e çıkma yasağı konulmasını eleştiriyordu. Arada atılan sloganlarda bulduğum boşluklardan kendime bir çıkış yolu arıyordum.

Bahsedilen olayın olduğu yıl taşradaydım. Gazetelerden öğrendiğim kadarıyla yaşananlar tam bir kışkırtmaydı. Bu olaydan sonra mitingler yasaklanmış, resmi tatilin adı da bahar bayramı olarak değiştirilmişti. 12 Eylül sonrasında ise tatile de resmiyetine de son verilmişti.

Tam kalabalığın içinden çıkmayı başarmıştım ki kurşun sesleriyle irkildim. Caddeyi dolduranlar bu sesle birlikte dağılmış, koşuşturmalı bir kargaşa başlamıştı. Soldaki sokağa saptığımda kurşun sesleri hala devam ediyordu. Kesinlikle en iyi koşucular arasında bende vardım. Önümde koşmakta olan bir teyze ile sağdaki apartmanın girişine sığınıverdik.

Nuray’ı sonraki gün kantinde bulabilmiştim.

16 Nisan 2007

Teneke Devirmek

Trenden iner inmez oyalanmadan doğru teyzeme gittim. Başka zaman olsa önce nineme uğrar, elini öper, getirdiğim selamları iletirdim. Ninem de önce aç olup olmadığımı sorar, tok olduğumu söylesem bile uzattığı parayla bakkaldan sucuk aldırırdı. Olmadı hemen bir tavuğu tutmamı söyler, akşam yemeğine pişireyim derdi. Bu sefer bunlarla kaybedecek zamanım yoktu. Zaten posta treni oldukça tehirli gelmişti.

Kapı önündeki sekide patlıcanları kurutmak üzere ipe dizmekte olan teyzem beni görünce gülen yüzü ile “hoş geldin Şeherlii” dedi. Elini öpüp, getirdiğim selamları ilettim. Yanına oturduğumda aç olup olmadığımı sordu. Aslında acıkmıştım ama tokum dedim. Her zaman ki gibi tırnak kontrolünden geçirdi beni. Bir önceki gün kestiğim için sorun yoktu. İçeri gidip geldiğinde elinde bir çanak peynir vardı. Taze peynir sevdiğimi bilir hep böyle yapardı. Hemen iştahla yemeye koyuldum.

Bisikleti istedim. Binmeyi öğrendim dedim. Gerçekte ise biraz öğrenmiştim. Bisikletçi Kiralık Veli’nin orda birkaç denemem olmuştu. On beş dakikası 75 kuruştu. İlk başlarda çok düşüyordum ama yılmamıştım. Dört bisikletten biri ince tekerlekliydi. Bunu kiraladığımda hiç düşmeden süremi tamamlamıştım.

Bisikleti verirken teyzemin tedirginliği dikkatimden kaçmamıştı. Oysa bostana ya da mısır tarlasına gitmek için kaç kez eşeğini vermişti. “Aman teyzem diggat et, frenle dudmuyo” deyince, bunun nedenini anlayıp, merak etmemesini söyledim. Bisikletin sağ pedalını üste getirip, hafif sola yatırdım. Sağ ayağımla pedalı buluşturdum, doğrulurken de pedala basınca doğduğum köyde bisiklete binmenin heyecanıyla yola koyuldum.

İki tekerlekli özgürlüğüm başlamıştı ama bir süre köy meydanında binsem iyi olurdu. Bu bisikletin tekerlekleri kalındı. Frenler teyzemin söylediği kadar kötü değildi, çok az da olsa tutuyordu. Birkaç tur sonra oradan uzaklaştım. Kahvede oturanların beni acemi sanmalarını istemiyordum. Yola koyulduğum gibi doğru höyüğün yanındaki harman yerine geçtim. Burada da biraz bindikten sonra Hatcaba’nın evin oradan dayımlara gitmeye karar verdim. Giderken evlerinin önünde Seyfi’nin kızı Neşe’yi gördüm. En son ne zaman gördüğümü hatırlamıyordum ama görmeyeli çok güzelleşmişti. Daha bir coşku ile pedalları çevirdim.

Efe dayının kahvesinin önünden geçerken ninemi az ilerdeki evinin önünde oturur buldum. Yanına varınca bisikletten inip elini öptüm. Ne zaman geldiğimin, neden uğramadığımın hesabını verdim. Selamları iletip, aç olmadığımı da söyledim. Neşe’nin uzamış saçları ve çilli yüzü aklımdan çıkmıyordu. Gözleri yemyeşil, burnu da küçücüktü. Akşama yatmaya gelirim diyerek ninemden izin istedim. Bisiklete atladığım gibi biraz önce geldiğim yola döndüm. Neşe hala orada olmalıydı.

Kahvenin yanından geçip, köşedeki Şerif’in evine vardığımda yeterince hızlanmama rağmen pedalları çevirmeye devam ettim. Uzaktan Neşe’nin az önceki yerinde olmadığını gördüm. O günlerde ilk kez bakkal dükkanı açan Seyfi emminin evi iki yolun birleştiği köşedeydi. Evin kapısı bulunduğum yolda, bakkal dükkanının girişi ise sağ taraftaydı. Bundan sonra alışverişlerimi artık babasından yapardım. Köşeye yaklaştığımda rüzgar olmuştum. Neşe ise hala görünürde yoktu. Sağdaki yolda olmalı diye düşünerek o tarafa döndüm.

O hızla dönünce dükkanın önünde bekleyen Neşe’yi gördüm. Varilden bir tenekeye gazyağı dolduran babası ile ellerinde şişelerle bekleyen kadınları fark edince donup kalıverdim. Bisiklet tamamen kontrolümden çıkmış, üzerine gittiğim insanlar bana yol vermek için kaçmaya başlamıştı ama ortada duran gaz tenekesini almayı akıl eden yoktu. Ben, bisiklet ve içi boşalmış teneke yerdeydik. Neşe’nin kahkahaları, gazyağı ile birlikte yerin dibine gitmemi kolaylaştırmıştı.

09 Nisan 2007

Bir Sınav Öyküsü

Taşradan gelince üniversitenin özgür havasına kendimi kaptırmış günümü gün ediyordum. Başlarda erkenden okula gelip, derslere girmek gibi bir alışkanlık edinmiştim. Ancak bu durum toyluğumu üzerimden atana kadar sürdü. Kısa bir süre sonra kendimi kantinin müdavimlerinden biri olarak buluverdim. Onca güzel kızı bir arada gördükten sonra derslere falan girmiyordum.

Bunun böyle olacağını kayıt gününde anlamıştım zaten. Elimde belgelerimle kayıt bürosuna vardığımda, önümde bekleyen kızları görünce içim hoplamıştı. Sıradaki tek erkek bendim. Okuduğum lisede bu kadar çok kız yoktu. Olanlarla da öyle uluorta konuşulmaz, senli benli muhabbetlere girilmezdi. Aynı sınıfta okuyan komşu kızıyla bile farklı kaldırımlardan okula gider gelirdik. Sevincimi belli etmeden kendimi kutladım. İyi ki bu okulu kazanmıştım.

Yeni tanışmalar, sohbetler, kahkahalar, şarkılar içinde günler çok güzel geçiyordu. Kimi zaman bir güzelle satranç oynuyor, kimi gün arkadaşım Erdal’la aynı kıza kur yapıyorduk. Sonraki gün ise, o ve ben başka bir kıza takılmış oluyorduk. Bu günlerde burcumun özelliklerini öğrendiğim gibi üç vakte kadar hayırlı kısmetlerimin göründüğü fallarımda oluyordu. Bana kalsa güneş batana kadar kantinde kalırdım ama öğleyi izleyen saatte okuldan çıkmak zorunda kalıyorduk. Sıkıyönetimin olduğu o günlerde yaşanan olaylar nedeniyle okulda kimse kalmıyordu. Bende arkadaşlarımla ya sahile iniyor ya da yurda dönüyordum. Bazen de bir sinemaya, sahaflara ya da Taksim gibi farklı bir yere gittiğimiz olurdu.

Günler su gibi akıp geçmiş, kantinin de gündemini yaklaşan sınav korkusu almıştı. Aslında sınıfta kalmak gibi bir sorun olmadığından bunu pek dert etmesem de, sekiz dersin bir ikisinden başarılı olsam iyi olacaktı. Dersleri izleyenlerden alınan notların fotokopileri altın gibi kıymetlenmişti.

Bir sonraki günkü sınavım muhasebe dersindendi. Diğer derslere hiç çalışmamış, bu dersin kitabını ise bir kez okumuştum. Bazı soruların yanıtını bir bulsam bu dersi verebileceğime inanıyordum. Daha önce bir şirketin muhasebesinde çalışmış olan Nuray’ın beraber çalışalım önerisi tam bu sırada geldi. Can kurtarıcı bu öneriye dersi geçmiş gibi sevinmiştim. Öğleye doğru Bayrampaşa’daki evlerine gitmek için yola koyulduk.

Bayrampaşa’ya vardığımızda dışarıdaki tuhaflık dikkatimizi çekti. Yol polis ekipleri tarafından kesilmiş, arama yapılıyordu. Az sonra bizim minibüsü de durduran ekip görevlilerinden biri araca bindi. Bana ve arkadaşıma aşağıya inmemizi söyledi. Bizimle birlikte birkaç kişi daha aynı daveti almıştı. İndiğimizde ekibin diğer elemanları hemen üzerimizi aradılar. Daha önce yolculuktan men edilen, üzerleri aranmış olduğu belli olan bir gruba geçmemiz emredildi. İtirazsız bizim gibi gençlerden oluşan gruba katılıverdik.

Karakola girerken kız erkek karışımına son verildi. Nezarethane hınca hınç dolu olmasına rağmen son gelenlere de yer vardı. Kendimin ve bu kadar kişinin neden burada olduğunu öğrenmem çok sürmedi. Meğer yakınlarda bir yerde solcuların bir cenaze töreni varmış. Nedense cenazeyi kaçıran polisler, törene katılımı önlemek için semtin içinden geçen bütün gençleri toplamaya karar vermiş. İyi de ben törene değil muhasebe çalışmaya gidiyordum.

Bir süre sonra gelen görevliye bunu söyledim ama o yalnızca Bayrampaşa’da oturanları dışarı davet etti. Saatler sonra sorgu sırası bana geldiğinde, sorgudan dönenlerin halini gördüğümden oldukça tedirgindim. Durumu yine anlattım. Arkadaşım Nuray çoktan serbest bırakıldığından, sorulan ev adresini de bilemediğimden gitmeme izin verilmedi. Onlara göre olay çıkarmak için cenazeye gelmiş bir komünisttim.

Sonraki gün aksama doğru salıverildim. Neyse ki bu kez dayak yememiştim.

01 Nisan 2007

Kardeşimin Bisikleti

Köydeki sinemacılık işini bırakan babam, kasabada bakkallara satış yapan bir toptancı mağazasında işçi olarak çalışmaya başlamıştı. Okullar açılırken onun arkasından bizde kasabaya yerleştik. Ben ortaokula başlayacaktım kız kardeşimde ilkokula burada devam edecekti.

Günlerce babama okuyacağımı, beni kasabadaki ortaokula yazdırmasını söylemiş, sonunda da başarılı olmuştum. Babam nedense okuyacağımıza inanmıyordu. Bu yüzden olsa gerek kıyafetlerimizi, kitaplarımızı da söylenerek almıştı. Çantam yoktu ama bu pek de önemli değildi. Kendi kitaplarımı mavi, kardeşiminkileri kırmızı kağıtla kaplamıştım. Neyse ki henüz dört yaşında olan erkek kardeşimin okula gitmesine daha çok vardı.

Kasabada günler çok güzel geçiyordu. Evimiz, okulumuz, komşularımız, arkadaşlarımız her şey yepyeniydi. Bazen parktaki salıncakta sallanıyor, bazen top oynuyordum. En güzeli de şehirde bir çocuk kütüphanesinin olmasıydı. Çoğu vakit buraya gidiyor, renkli resimli kitapları okuyordum. Arada köyümü özlüyordum ama hafta sonu bir trene atlayıp gitmeme kimse ses çıkarmıyordu.

Kardeşlerim ise daha çok evde olurlardı. Komşumuz Gömlekçi Şener’in ailesi ile bizimkiler çok samimi olmuşlardı. Oğulları İbrahim’in üç tekerlekli bisikletini gören kardeşim de babamdan sık sık bisiklet istiyordu.

Bahardı sanırım, bir gün nasıl olduysa babam üç tekerlekli bir bisikletle eve geldi. Gövdesi mavi, oturma yeri kırmızı, tutacak yerleri beyaz olan bisiklet bizi ailecek çok mutlu etmişti. Nede olsa hiçbirimizin daha önce bir bisikleti olmamıştı. Annem hariç hemen binme kavgasına tutuştuk. Kaşla göz arasında ilk deneyen ben oldum. Koca gövdemi zor sığdırmıştım. Ayaklarımı pedala koyduğumda dizlerim yanlarda kalıyordu ama ne önemi vardı bu benim ilk bisiklete binişimdi ve o anın coşkusunu hiç bir şey bozamazdı. Benden sonra bisikletin asıl sahibi kuruldu koltuğa. Henüz acemi olduğundan gitmesine iterek yardımcı oldum. Bir süre sonra da kız kardeşim denedi. Ondan da yardımı esirgemedim. Küçük bir alan içinde bir ileri bir geri hareketten de ötesi zaten yapılamıyordu.

Bisikletin coşkusu bir hafta kadar sürdü diyebilirim. Üç tekerlekliyle ayakları yerden kesilen küçük kardeşim pek mutluydu, tabi ben okuldan dönene kadar. Çünkü dönünce bir yolunu bulup bisikleti ondan alıyordum. Binmeme mızmızlanan kardeşim çaresizdi. Annem engel olmak istese de kimse beni durduramıyordu.

Yalnız toprak zeminde istediğim gibi hareket edemiyordum. Evimizin yanından geçen şehirlerarası yol çok daha uygundu. Bende bisikleti ve kardeşimi oraya taşıdım. Önce onu bindirip gönlünü aldım. Arkasından itiyor, biraz hızlanınca da tekerleklerin yanındaki yere atlıyordum. Sonra “öyle değil, böyle olacak” diyerek bir bahane ile alıyor, yalnız kendim biniyordum. Yine mızmızlanacak olursa, arkama binmesini söyleyip susturuyordum. Pedala basmama gerek yoktu. Hafif eğimli olan yolda ayaklarımla çok rahat hızlanabiliyordum.

Bir iki gün sonra bisikletin önce tutacak yerleri çıktı, pedalın yalnızca demiri görünüyordu. Tekerlekler çamurluklarından olmuş ve yalpalamaya başlamıştı. Sonraki gün yeni hareket etmekte olan küçük bir kamyonete tutunarak hız yapmayı denedim. Başarılıda oldum çünkü bisiklet ve ben bir anda hız rekorları kırmaya başladık Biraz gittikten sonra bunun tehlikeli olacağını fark edip kamyoneti bıraktım. Ya o hızla dengemi koruyamamıştım, ya da ön tekerin küçük çukura girmesiyle devrilen bisikletin gövdesi ve gidonu onca işkenceye dayanamamış, birbirinden ayrılıvermişti.


Kardeşimin ağlamalarına kaynakçı sadece kısa süreli çözümler üretebilmişti.

HOŞÇAKALALIM

Sevgili Dostlar,

Ocak ayından bu güne sizlerle bu sayfalarda beraberiz. Bundan çok da mutlu oldum.Öncelikle bu sayfanın fikir annesi yeğenime, sonrası hiçbir zaman ilgisini esirgemeyen Sevgili Sem’e çok ama çok teşekkür ediyorum.

Haftada bir yazı da olsa anılarımı sizlerle paylaşmaktan çok keyif aldım. Hele sizlerin ilgi ve desteği ise anlatılamaz mutluluklar verdi.

Yorum yazan hepinize çok çok teşekkürler. Umarım sizlerde benim kadar keyif aldınız.

Şimdilik hoşça kalın.
Not: Bu pazar bir olta attım 5 balık geldi. 1 Nisan balığı bunlar. sadece bu mevsimde çok lezzetli olurlarmış:) onları çok sevdim:))