Her yolculuğumda olduğu gibi yine trenin yemekli vagonuna oturmuş çayımı içiyordum. Pencereye perde olmuş geceye bakıp kimi zaman bir istasyonun, kimi zaman da doğanın bu siyah perdeyi aralamasını izliyordum. Gecenin sonu yaklaşırken neredeyse yolculuğun da ortasına varmış olacaktım. Küçüklüğümden beri çok severdim trenleri. Diğer ulaşım araçlarından çok farklıydılar. Garlara girişlerinde, çıkışlarında üniformalı bir görevli mutlaka ona eşlik ederdi. El sallayanları da hiç eksik olmaz trenlerin. Hele çocuklar, hem trenlerin hem de yalnız yolcuların gönlünü alırdı.
“Oturabilir miyim?” diyen sese baktığımda kısa bir şaşkınlık geçirdim. Yine de hemen “buyurun hocam” dedim. Bu kez şaşırma sırası ondaydı. Kendimi tanıttım ama sanırım buna da gerek yoktu. Yakın zamanda, sosyal demokrat bir partiden İstanbul’un büyük bir ilçesinin belediye başkanlığına aday olan ancak kaybeden hocam öğrencilik dönemimde neredeyse linç edilmeme neden olacaktı.
O gün, yeni uygulama nedeniyle dersinden sınav yapacağını belirttiğinde, birkaç arkadaş söz almış; kazanılmış haklarımızdan bahsetmişti. YÖK’e dahil olamayacağımızı, bunu da idare hukuku profesörü olarak en iyi kendisinin bileceğini vurgulamışlardı. Bende söz almış, ”yasanın soyadı ile müsemma olan uygulayıcısının yüzlerce öğretim görevlisini doğradığını, şimdi de yapılacak vize sınavı ile çalışmak zorunda olan öğrencilerin doğrudan başarısız olacağını, bu sınavın yapılmaması gerektiğini belirtmiştim. Kendisi, “Haklarınız olabilir, istemeyerekte olsa bu dersten vize sınavı yapmak zorundayım” diye yanıtlamıştı.
Öğrencilerin istemlerini göz ardı eden hocam, ilk vize uygulamasını başarıyla gerçekleştirmişti. Sınav başladığında gelenleri de sınıfa almamıştı. İkinci derste salonda görülmemiş bir kalabalık vardı. Çoğu öğrenci vapurların çalışmadığını, trafik nedeniyle geciktiklerini vize sınavını bir kez de kendileri için yapmasını istiyordu. Bu istekler onu oldukça keyiflendirmişti. Sınıfa “peki kimler vizeye giremedi, bir görelim” diye seslendiğinde, bende arkadaşlarıma destek olsun diye kolumu kaldıranlar arasındaydım. En arkada olmama rağmen, onca kişinin arasında beni gören hocamın beni göstererek “aranızda sınava katılmasına rağmen katılmadım diyen arkadaşınız var, bu ne saygısızlıktır” diyerek sınıfı terk etmişti. Bunun üzerine birden birkaç kişi üzerime yürümüş ama arkadaşlarımın sayesinde olayı tehlikesizce atlatmıştım.
Yolculukta bunları konuşmanın hiçte yeri değildi. Hocamı selam verdiğine pişman etmedim. Çaylarımızı yudumlarken, o yeni üniversitesini anlattı, bende yaptığım işi. Birde özel bir soru sorusu vardı hocamın; öğrenciler arasında bir lakabı var mıydı? “Yok hocam” dedim, var olanı söyleyemezdim. Tren, hocamın yeni görev yapacağı üniversitenin bulunduğu şehre varınca birbirimize başarılar dileyerek ayrıldık.
Şimdilerde bir renk daha değiştiren hocam, yeni bir yasa hazırlama sorumluluğunu üstlenmiş bir vekil adayı. Sadece bu sorumluluk bilinci ile aday olmuş. Mangalında kül kalmamış durumda. Umarım ben yanılmışımdır. Yeni görevinde başarılar hocam, bakın lakabınızı yine de söylemedim.
“Oturabilir miyim?” diyen sese baktığımda kısa bir şaşkınlık geçirdim. Yine de hemen “buyurun hocam” dedim. Bu kez şaşırma sırası ondaydı. Kendimi tanıttım ama sanırım buna da gerek yoktu. Yakın zamanda, sosyal demokrat bir partiden İstanbul’un büyük bir ilçesinin belediye başkanlığına aday olan ancak kaybeden hocam öğrencilik dönemimde neredeyse linç edilmeme neden olacaktı.
O gün, yeni uygulama nedeniyle dersinden sınav yapacağını belirttiğinde, birkaç arkadaş söz almış; kazanılmış haklarımızdan bahsetmişti. YÖK’e dahil olamayacağımızı, bunu da idare hukuku profesörü olarak en iyi kendisinin bileceğini vurgulamışlardı. Bende söz almış, ”yasanın soyadı ile müsemma olan uygulayıcısının yüzlerce öğretim görevlisini doğradığını, şimdi de yapılacak vize sınavı ile çalışmak zorunda olan öğrencilerin doğrudan başarısız olacağını, bu sınavın yapılmaması gerektiğini belirtmiştim. Kendisi, “Haklarınız olabilir, istemeyerekte olsa bu dersten vize sınavı yapmak zorundayım” diye yanıtlamıştı.
Öğrencilerin istemlerini göz ardı eden hocam, ilk vize uygulamasını başarıyla gerçekleştirmişti. Sınav başladığında gelenleri de sınıfa almamıştı. İkinci derste salonda görülmemiş bir kalabalık vardı. Çoğu öğrenci vapurların çalışmadığını, trafik nedeniyle geciktiklerini vize sınavını bir kez de kendileri için yapmasını istiyordu. Bu istekler onu oldukça keyiflendirmişti. Sınıfa “peki kimler vizeye giremedi, bir görelim” diye seslendiğinde, bende arkadaşlarıma destek olsun diye kolumu kaldıranlar arasındaydım. En arkada olmama rağmen, onca kişinin arasında beni gören hocamın beni göstererek “aranızda sınava katılmasına rağmen katılmadım diyen arkadaşınız var, bu ne saygısızlıktır” diyerek sınıfı terk etmişti. Bunun üzerine birden birkaç kişi üzerime yürümüş ama arkadaşlarımın sayesinde olayı tehlikesizce atlatmıştım.
Yolculukta bunları konuşmanın hiçte yeri değildi. Hocamı selam verdiğine pişman etmedim. Çaylarımızı yudumlarken, o yeni üniversitesini anlattı, bende yaptığım işi. Birde özel bir soru sorusu vardı hocamın; öğrenciler arasında bir lakabı var mıydı? “Yok hocam” dedim, var olanı söyleyemezdim. Tren, hocamın yeni görev yapacağı üniversitenin bulunduğu şehre varınca birbirimize başarılar dileyerek ayrıldık.
Şimdilerde bir renk daha değiştiren hocam, yeni bir yasa hazırlama sorumluluğunu üstlenmiş bir vekil adayı. Sadece bu sorumluluk bilinci ile aday olmuş. Mangalında kül kalmamış durumda. Umarım ben yanılmışımdır. Yeni görevinde başarılar hocam, bakın lakabınızı yine de söylemedim.