02 Temmuz 2007

Cesur Yürek

Üniversitenin son yılında bir dersten kalınca canım çok sıkılmıştı. Artık öğrenci yurdunda kalamazdım. Sadece başımı sokacak bir yer değil, iş de bulmam lazımdı. İş bulmak için ise askerliğimi yapmış olmalıydım. Askerlik için mezun olmam ve en az bir yıl sıra beklemem gerekiyordu. Hani adam evi kiralamak istemiş de “Bekara veremeyiz” demişler, kızı isteyince “İşsize kız vermeyiz”, iş deyince de “Önce askerliğini yap” diye yol göstermişler ya, benimkisi de o hesaptı işte. İçinde bulunduğum bu kısır döngüye rağmen kasabaya dönemezdim, geçici de olsa bir iş bulmalıydım. İşte bu süreç beni o cesur aydınla tanıştıracaktı.

Levantenlerden, Rumlardan, Ermenilerden kalma eski apartmanları, Musevileri İslam’a özendirmek için yapılmış görkemli bir camisi bulunan semtin ünlü caddesinde dolaşıyordum. Hepsi semtin varlıklı insanlarına hitap eden, giyimden aksesuara, kuyumcudan beyaz eşya satıcısına kadar birçok mağazanın bulunduğu cadde oldukça hareketliydi. Kendi adına düzenlediği edebiyat ödülleri ile tanınmış kitabevine geldiğimde kapıda gördüğüm ilan, işi bulduğumu müjdelemişti bana.

İş tamamdı. Gecekonduda yaşayan arkadaşım Erdal’a sığındım mı, barınma sorunum da çözülecekti. İki odalı gecekonduda arkadaşımın altı kız kardeşi, 10 metrekareden küçük ek bölümde ise kendisi kalıyordu. Tek sorun bu bölümün tuvaleti olmamasıydı. İhtiyacı dışarıda halletmek lazımdı. Yoksa bir gün evin hemen yanındaki incir ağacın kuruması kesin gibi bir şeydi.

İşe başladıktan kısa bir süre sonra gösterdiğim uyuma kendim de şaşırmıştım. Kitapları yakından tanıyor olmam, dağıtıcılarla, yayınevleri ile kurduğum ilişkiler beni aranılan biri yapmıştı. Cağaloğlu ile kitabevi arasında koşuştururken yeni çıkan kitapları ilk gören olmanın, bunları okuyucuya iletmenin mutluluğunu yaşıyordum. İmza günü için, sohbetler için gelen yazarlarla tanışmak başka bir güzellikti. Tek sorun işin çok erken saatte başlaması, akşam da geç bitmesiydi. Neredeyse 14 saatlik bir çalışma demekti bu. Yasal çalışma süresini iş hukuku okuduğum için çok iyi biliyordum ama ortaokul mezunu patronum bunu hiç önemsemiyordu. Bende bu sorunu kısa zamanda yasal olmayan yollardan çözmeyi öğrendim. Bazen bir yayınevinde, dağıtıcıda oyalanır, bazen de Galata Köprüsü’nde olta balıkçılarının arasından İstanbul’u seyrederdim. Arada bir de geç giderdim işe. O zaman da patronumun çenesi öyle bir açılırdı ki, kapanışı dükkanın kepenkleri ile birlikte olurdu.

Birde kitabevinin, bitişikteki apartmanın birinci katında, Aziz Abiyle birlikte kiraladığı, büyük bir dairesi vardı. Dairenin arka bölümünü biz, yola bakan ön tarafını ise İstanbul’da olduğu zamanlar Aziz Abi kullanıyordu.

Onlu yaşlarımın hemen başlarında kitaplarından tanıdığım yazarı karşımda gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Adımı bile, ancak kısa süreli bir bellek kaybından sonra söyleyebilmiştim. O, tek başına savaşan 68 yaşında bir Don Kişot’tu. Vakitli vakitsiz kapıyı çalmalarıma asla kızmaz, yakınlarda bir yerde ise kapıyı kendisi açar, değilse ben açardım. Kitabevinin oturma alanında yazarlar dedikodu üretirken, o sürekli çalışma halinde olurdu. Aralarına katıldığını hiç görmezdim. Mutfağında bizim için her zaman meyve başta olmak üzere çeşitli yiyecekler bulunduran yazara nasıl cimri derlerdi, anlayamazdım. İsteğim üzerine, okuldan uzaklaştırılan bir öğretmen arkadaş ve onun ailesine, kurmuş olduğu vakıfta iş sunan Aziz Abi çok farklıydı.

Orada çalıştığım süre içinde felç geçiren, sağ kolu tutmayınca sol koluyla yazmayı öğrenen Aziz Abi yılmak nedir bilmezdi. Aydınlar Dilekçesi’ni de o hazırlamış kendini vatan haini diye suçlayanı da kişilik haklarıma saldırdı diye mahkemeye vermişti. O, boyu kadar eser yazmış koca bir devdi.

“Ey benim halkım / Ey benim eli açık, gözü kapalım”, “Benden hakkın çoktur…” diyen Aziz Abi’yi hiç unutmayalım.

9 yorum:

Adsız dedi ki...

Beni dinlemiş,farklı bi yazı yazmışsın bukez(sürpriz sonuç olmayan:))Tabii korktun dimi belayım melayım dedim diye::))
Pek güzel olmuş ama,okuyucuların da sürprize ihtiyacı var dimi azizim...Yazını okurken insan,her paragrafta bisürü hikaye olduğunu hissediyo,başka yazılarında da bunları okumak dileğiyle...
Aziz Nesin'i yakından tanımış olmak,Aziz Abi diyebilmek ne güzel bişey ya çok şanslısın...O halkının hakkını ödeyen nadir insanlardan...Unutulurmu...
Şİmdi uykum geldi,yine gelicem...
sevgiler...

Adsız dedi ki...

Kesinlikle Aziz Nesin gibi bir kişiliği yakından tanımanın büyük bir şans olduğuna inanıyorum,
ayrıca cimri olayına kesinlikle katılmıyorum kaldıki bütün cimriler onun gibi olsa keşke herkes cimri olup ardında müthiş bir vakıf ve onun sayesinde okuyan yüzlerce çocuk bıraksa ki o çocukların duaları bile Aziz Nesini dünya durdukça unutulmaz zaten yapar, kaldıki eserleride cabası,
yazınız gerçekten iyi ve sonunda bence yine sürpriz olmuş çünkü Aziz Nesinle olan tanışıklığınız bence bu yazının sürprizi bu arada bu kitapçıda çalıştığınız dönemden daha çok hikaya çıkar gibi geldi bana,
iyi yazılar,

Adsız dedi ki...

Ölümü haketmek çoğu insana nasip olmaz.Geride bıraktıklarıyla ölümü gerçekten haketmiş diyebileceğim nadir insanlardan biri olan, saygıyı gerçekten hak eden birinin yanında bulunman herkese nasip olabilecek birşey olmasa gerek!Güzel bir anı ve anlatım,eline sağlık.Yurda.

Semazem dedi ki...

Bu gün de herkes mi damar yazıyor kardeşim.

Eline sağlık Ori...

Adsız dedi ki...

Meşhur Bab-ı ali yokuşu, doğrumu yazdım bilmiyorum,hep telaffuz ederiz, ama yazımda şu ana kadar hiç kullanmamışım, birazda mahcubiyet hissettim, yanlış yazarsam diye. 5 sene Cağaloğlu'nda çalışmış olduğum için yazınız bana o dönemleri anımsattı. İnanılmaz keyif alarak çalıştığım bir çevreydi.Kitabevleri ,matbualar , bir iki gazetenin de oradaki son dönemlerini yakalamıştım hatta, sonra çoğu mevcut yerlerini boşaltarak İstanbul un dışına doğru gitmek durumunda bırakıldılar. Ama ne olursa olsun , oraya her gidişimde yine de bir güzellik hissederim.
Aziz Nesin ile tanışmış olma fırsatınızda sanırım sizin için bir güzellik, bizimle paylaşmanıza sevindik.
Nejla

Adsız dedi ki...

sadece gerçekleri yazdı.sadece gerçekleri söyledi.kazandıklarını emlak dolar veya repo değil VAKIF kurarak ölümsüzleştirdi.Ateist allahsız dediler ama ALLAH onun kalleş ateşinde yanmasına razı olmadı...Tek suçu vardı gerçekleri söylemek.Eğer Türk insanının %40 ı zekidir deseydi alkışlarlardı geri zekalılar...Ama o tehlikeli olan tarafı işaret etti anlamadılar...O son nefesini vermeden çok önce ölümsüzleşmişti ve hala yaşıyor eserlerinde kitaplarında.KOSOVALI KARDEŞİN(DÖNDÜM AMA ARTIK)

Adsız dedi ki...

Holgeldiniz,Kosovalı kardeş,süper bir yorum,benim de dışa vurumummuş izlenimine kapıldım,sağolun.Yurda.

Adsız dedi ki...

KENDİNİ TANIMA ŞANSIM OLMADI..HAYATI NE KADAR İÇTEN VE GÜZELLİKLERLE YAŞAMIŞIN..HANİ DERLER YA TÜM DUYGULARI VARLIĞI YOKLUĞU ÇEKİRDEKTEN GÖRMÜŞÜN..AZİZ BEYİN OĞLUNU ÇOK İYİ TANIDIM AMA KENDİ İLE KARŞILAŞAMADIM..BANA GÖRE BU OĞLU DAHA HAYIRSIZDI O ADAMA YAKIŞIR BİRİ DEĞİLDİ..AMA DİĞER OĞLU ÖYLE DEĞİLDİ..NEYSE..YİNE BİRŞEYLER ANIMSATTIN...HERŞEY GÖNLÜNCE OLSUN..MELİHA(BİRDOST)

sema dedi ki...

Yaaaaa abi, ben buna çok güzel yorum bırakmıştım, hani nerede??? Ne o yoksa yorumlarıma sansürmü koyuyorsun:-( GÖKYÜZÜ