18 Şubat 2007

Hudut Taşları

Yeni belediye olmuş kasabanın batısına düşen son noktada bulunan karakolumun biraz ötesi başka bir ülkenin toprağıydı. Sınır boyunca akan nehir ülkeleri ikiye ayırır, nehrin en derin noktası sınır çizgisi sayılırdı. Her iki yakada da akan su boyunca söğüt ağaçları, kavaklar ve yüksekçe bir yol vardı. Yolun öte tarafında ise uçsuz bucaksız uzanan çeltik tarlaları bulunurdu. Çeltikle geçimini sağlayan yörenin gençleri akşamları kurbağa toplamaya gider, sabaha kadar çeltik tarlalarında yıldız gibi parlayıp görülesi bir manzara oluştururlardı.

Bir gözetleme kulesinin bulunduğu karakolum oldukça kalabalıktı. Aralıksız süren devriye görevi ve tutulması gerekli birçok nöbetten dolayı askerlerimin işleri hiç bitmezdi. Devriye vakti dört asker karakoldan ayrılır, nehir yanında ikisi su ile aynı yönde, diğer ikisi ters yönde altı saat gezerlerdi. Güneşin doğuşu ile başlayan kule nöbeti havanın kararması ile sona ererdi. Bir de karakolun güvenlik nöbeti vardı ki ne gece, ne de gündüz dinlerdi. Burası huduttu ve görev süresizdi. Ziyaretimize gelen komutanlar bile başka yerde duyulmayan uzun bir hudut tekmili ile karşılanırlardı. “… Sorumluluk bölgemdeki hudut taşlarını korumakla görevli birliğim, vatan ve millet uğruna seve seve can vermeye hazırdır, Komutanım”.

Neredeyse günün tamamını birlikte geçirdiğim askerlerimle kısa süren eğitimler yapardık. Aynı yemekleri yer, beraber türküler söyler, kimi zaman da top oynardık. Buraya gelen askerlerin çoğu ilkokul mezunu hatta okumayı bilmeyenlerden oluşuyordu. Bazılarını sıkı sıkı tembihlerdim. “Şu ağaçların ötesi başka bir ülkedir”. Az bir zaman geçince de aynı yeri göstererek sorardım “Yaşar; orası neresi?”, dağdaki köyünden ilk kez askerlik için çıkan Yaşar, hemen esas duruşa geçer, bir süre düşünür, sonrasında ise “Orası Türkiye gomtanım” derdi.

Karakoldaki arkadaşlarım yalnız askerler değildi. Çakır isminde bir köpek yavrusu ile Babaeski’den Sabri Dayı’nın yolladığı bir de kuzumuz vardı. Çakır attığım topu havada yakalamaya çalışır, Karabaş adını verdiğim kuzu da elimden beslenmeyi severdi. İkisi oyunlar oynar, daha doğrusu Çakır oynar, Karabaş’ta buna toslarıyla karşı durmaya çalışırdı.

Fırsat buldukça kasabaya iner, askerlerim, Çakır ve Karabaş’tan oluşan dünyama yöre insanlarını da katardım. Bu insanların kahvehanelerine, meyhanelerine konuk olur onları yakından tanırdım. Sınıra yakın oluşu nedeniyle pek geleni olmayan kasabanın insanları sıcak ve içtendiler. Hepsi askerleri severdi, ama kızları daha çok severdi. Her askerin ve her postal izinin bir sahibi vardı.

Bir gün tabur komutanın karakolumuza yaklaştığı haberinin alınması üzerine, hemen herkesi bir telaş sarmıştı. Karakolun bütün kontrolleri acele olarak yapılmış, tüm nöbetçiler uyarılmış, postallar bile hemen boyanıvermişti. Kısa bir süre içince, yaklaşık 30 kişiden oluşan birliğimle komutanı karşılamaya hazırdık.

Komutanı taşıyan aracın nizamiye kapısından girdiğinin görülmesi üzerine, birliğime “Dikkatttt, Selam Dur” dedim. Girişten hemen sonra duran cipin kapısından inen komutana, üç adım kadar mesafe bırakarak selamı çaktım. Ayağının yere basmasıyla selamımı alan komutanımın güven veren gözlerine bakarak yüksek sesle hudut tekmilini okumaya başladım. “Asteğmen Ori, Asil Türk Milletinin… hudut taşlarını korumakla görevli birliğim!”dediğim anda, Karabaş kuzunun sol elimi yaladığını ve aynı anda da komutanımın gözlerinden ateşler çıktığını anladım. Devam etmekten başka yapabileceğim bir şeyin olmadığını acıyla fark ederek hızla sürdürdüm. “vatan ve millet uğruna..”. Tam durum daha kötüye gidemez diye düşünürken Çakır’ın sesi ile adeta irkildim. Hem havlıyor hem de Karabaşın kuyruğunu çekiştiriyordu. Artık komutanımla aramızdaki alanda oynuyorlardı. Çaresiz alev gibi yanan gözlere bakarak tekmilimi tamamladım. “.. seve seve can vermeye hazırdır, Komutanım”.

11 yorum:

Adsız dedi ki...

Her anınız bizleri alıp biryerlere götürüyor,usta kaleminiz sayesinde anlatımlarınızdaki yaşadığınız anı,bize de sanki oradaymışız gibi yaşıyoruz(anlatınızı okurken kendimi Çakır ve Karabaş'a''hey şimdi olmaz,uslu durun bakayım!! ''derken yakaladım.)Paylaşımlarınız için teşekkürler ,hepsi birbirinden güzel...Yurdanur Vardar.

Adsız dedi ki...

BIR ASKER OLARAK BU KONUDA AHKAM KESSEM SENIN BLOGU IPTAL EDERLER BENI DE YAYINDAN KALDIRIRLAR... ASKERLIK BIZDE PROFOSYENELLER ILE AMATÖRLERIN ÖZEL TURNUVADA MAC YAPMASI GIBIDIR. MESELA BIR TARAFTA GALATASARAY DIGER TARAFTA YESILHÜYÜKSPOR. AMATÖRLER NIZAMIYEDEN GIRINCE DEGISIR MI ELBETTE HAYIR. AMA ASKERI KITAPLAR EMIRLER BÖYLE KABUL ETMEZ. NETICEDE ASKERLIKDE IKI DUNYA VARDIR BIRI DOGAL VE GERCEK OLAN DIGERI DENETLEMELERDE OLMASI ISTENILIP OLMAYA CALISILAN. AMA EN GÜZEL ANLAR IKI DUNYANIN AYNI ANDA OLDUGU ANLARDIR HIKAYEN GIBI...

Adsız dedi ki...

bu yazıda giriş iyi olmuş üstat iyi yoldasın destekçinim
özlem hoca

Sem dedi ki...

Öncelikle hudut taşlarımızı onca ay, gece demeden gündüz demeden koruduğun için sana buradan teşekkürlerimi yolluyorum. Yazına gelince, gene birkaç paragrafın içine ne kadar değişik hayatları sığdırıp, hepsini birer birer gözümüzde canlandırmayı başarmışsın. Bilmediğim dünyanın neferleri; kurbağa toplamaya giden gençler, gece gündüz nöbet tutup ara sıra türkü söyleyen askerler, kahvedeki yerliler, postal izlerinin sahibeleri, tabur komutanın, birer birer resmigeçit yaptılar sanki gözümün önünde. Hepsiyle burada senin akıcı üslubunda tanıştığım için ne kadar bahtiyar oldum bilemezsin. Bu arada Karabaş (köpek adı diye bilirdim ben bunu) ve Çakır’ın da ne zaman tezkereyi aldığını merak etmedim değil doğrusu:))

Adsız dedi ki...

yazı tekniğinizi ve anlatımınızı genelde beğenmekle beraber bu sefer ki yazınızda bunun çok daha iyi olduğunu gördüm,
açıkcası bu öyküyü daha detaya inerek özellikle askerlik yaptığınız bölgedeki kişiler, hikayeleri ve tasvirleri üzerine eğilip bir roman çıkabileceğine inanıyorum ben, bence naçizane olarak bu konuda düşünmenizi öneririm,çünkü ben bu hikayenin içinde yüzlerce hikaye olduğunu hissettim, Bu doğrultuda
güzel bir kitap ortaya çıkabileceğine düşünüyorum,
çalışmalarınızın devamında başarılar dilerim,

Adsız dedi ki...

Karabas ve Cakir a tebrikler, ne guzel hayatlari var, gozleri alev alev yanan komutani hic gormuyorlar bile ;)) Bu arada eminim askerlik anilari bitmeezzzz ;)

Adsız dedi ki...

Ori abi, benim nişanlımda 6 aylık asker olduğu için yazınızı üzüntüyle okuyodum ki sonunu okuyunca makaraları koyverdim. Nişanlım pek maillerine bakamıyor ama ona sayfanızı mutlaka okumasını söyliyeceğim. Daha çok var askerliğinin bitmesine, umarım başka askerlik anılarınızıda okumak nasip olur buradan.

gel teskere gel teskere bitsin bu hasret
yolunu bekleyen yarin yüzüne hasrettt

Sem dedi ki...

Haftanın resmi ile ilgili yazmak istedim bu seferde. Adını Gökkuzgun yazdığın için kuzgun kuşu olduğunu düşünüyorum. Geçen haftanın başlığıyla da çağrışım yapmış sanki. Bu kuş ingilizce ismi The Raven adı altında Edgar Allan Poe'nin çok ünlü bir şiirinin kahramanı olmuş. Dünya edebiyatındaki bu yerinin yanısıra, bazı kızıldereli mitolojilerinin parçası ve birde çok yetenekli bir kuşmuş. Sizlerle paylaşayım dedim:))

Unknown dedi ki...

abi kardeş yazılarını her zaman merakla okudum ama bu seferki hudut taşları beni öldürdü.orda olup tek neyi görmek isterdim biliyormusun komutanın o andaki yüz ifadesini ve gözlerini yüz ifadesi değişmesede gözler hep kendini ele verir.hiçmi gülümseme olmadı o gözlerin içinde inan bunu çok merak ediyorum.

zibirix dedi ki...

Kesinlikle çok keyifli olmuş, ellerine sağlık dayu. Zaten anlatım biçimin hikaye tadındaydı, ve her biriyle ilerleme gösteriyorsun. Keşke vakit olsa da daha detaylı eleştirebilsem, ama en çok dikkatimi çekeni söyleyeyim: herşeyini sevdim, sadece asıl hikaye ile yan hikayeleri dengelemkte biraz aceleci davrandığını, üzerinde tekrar çalışmadığını düşünüyorum. Belki de başlarken kendin de kararsız kalıyorsun hangi birini ön plana çıkarsam diye, belki de bırakıyorsun öykü seni sürüklüyor. Ama işte maalesef o kararsızlık okuyucuyu da yoruyor bir parça. Tam askerleri anlatacaksın derken, çakır ve kuzu giriyor, haa demek ki ana tema bu diye okumayı sürdürünce de kasaba insanları ve askerleri bekleyen kızlar da dahil oluyor ama öykünün sonunda aslında çakır ve kuzunun yaramazlığının anlatıldığı ortaya çıkıyor...

Bir de "komutanın güven veren gözleri" betimlemesi havada kalmış, bende en azından hemen soru işareti oluşturdu. Oraya uymamış; sanırım sakin bakan gözlerinin kızgınlıkla dolma evresinin vurgulamak için yapmışsın?

Roman çıkar diyen arkadaşa pek katılmasam da, bir fikrine katılıyorum, kesinlikle birden çok öykü var.
Ve yukarıda saydığım yan rollerdekilerinin her biri kendi öyküsünü hakkediyor!

Ellerine, yüreğine ve aklına sağlık!

Adsız dedi ki...

Şahane bir anlatım ve ifade.
Cümleler çok güzel.Yazarım diyen çoğu romancıdan daha akıcı.
Tebrikler
Neval