Çobanlar tutulduktan üç gün sonra ben doğmuşum. Adımı da dayım koymuş. Babam askerken, babaanneme küsen annem soluğu anasının evinde almış. Gelen aracılara rağmen de babam gelene kadar geri dönmemiş. Adımın konacağı sıra babaannem, aracılarla “sakın Musdafa gomasın, buvası deli Mamıd’ın adını gosun” diye haber yollamış. Bu atışmalar arasında askerliğini sıhhiye eri olarak yaptığından köyün iğnecisi olan dayım komutanın adını önermiş. Mahmut Dedem de kabul etmiş. İmamın duasıyla üç kez bana söylenerek, herkese ilan edilmiş. Her ne kadar ilk tanışmalarda tebessümlere neden olsa da, adımı seviyorum.
O yaz tatilinde ilk kez her şey dahil olmuştu. Bu tatil şeklinin öncüsü olan kuruluşun Antalya’daki tesislerinden birinde kalacaktık. Burası benim seçimim olmasa da yüklü bir hazineyi gözden çıkarmıştık. Daha önceki tatillerde pansiyon, motel gibi yerlerde kalır, o koy senin, bu deniz benim dolaşırdık. Telaşsızca güne başlar, yol üstünde görülesi yerleri görür, denizle, güneşle buluşur, akşamları yoruluncaya kadar şehrin altını üstüne getirirdik. Yemek de hiç sorun olmaz, rastladığımız yerlerde balık, çöp şiş, gözleme, mantı gibi işte ne varsa bütçemize uygun bir şekilde hallederdik.
Bu kez öyle olmadı. Çok telaşlıydık. Tesislere girer girmez odamıza eşyaları bırakıp, deniz kıyafetlerini giymemiz rekor bir sürede gerçekleşti. Hemen bir keşif gezisi yapıp neyin nerede olduğunu öğrenmeye çalıştık. Oldukça büyük bir alan üzerine kurulu tesiste yok yoktu. Pırıl pırıl bir deniz, birkaç yüzme havuzu, havuzun birinde kaydırak, her köşe başında bar, bunların arasında, pide, pizza yapan yerler. Açık büfe yemek, meyve, tatlı servisinin verildiği ana bölümden başka balık, kebap ve İtalyan restoranları da vardı. Dondurma servisi, Türk kahvesinden başka gece acıkanlar için çorba servisi, hatta o gün çevre gezisine gidenlere de kumanya hazırlanıyordu.
Disko, hamam, sauna, voleybol, tenis alanı da bulunan tesiste su sporları da fiyata dahildi. Doğrusu bunların hepsini yapıp tüm yiyeceklerin tadına bakmak için iyi bir tatil işçisi olmak gerekiyordu. Çoğu zaman yorgun düşsek de öyle yaptık. Nasılsa dönünce evimizde dinlenirdik.
Sabah erkenden uyanıyor kahvaltı sonrası aktivitelerin bulunduğu ana havuzun oraya havlu atıyorduk. Her gün canlandırıcıların düzenlediği eğlenceleri izliyor, bazen de onlara katılıyorduk. Oğlumla birlikte ok atıp, dart oynuyor, su topu ile plaj voleybolunu da es geçmiyorduk. Denizdeki muz animasyonun saati gelince de havluyu o tarafa atıyorduk. Havlu atma konusundaki uzmanlığımız Alman turistleri de geçmişti. Sürat motoruna bağlı muz denilen bota binmek, onca çabaya rağmen tutunamayıp kendini denizin ortasında bulmak çok eğlenceliydi.
Çok kişinin kayıt yaptırması, birazda ilk günlerin acemiliğinden gelişimizin üçüncü günü olmasına rağmen bir türlü su kayağı yapamamıştık. Hayatımda hiç yapmadığım su kayağı için bundan iyi bir fırsat olamazdı. Yarın, saat 14.00 gibi gelen animasyon görevlisinden mutlaka sıra almalıydım.
O yaz tatilinde ilk kez her şey dahil olmuştu. Bu tatil şeklinin öncüsü olan kuruluşun Antalya’daki tesislerinden birinde kalacaktık. Burası benim seçimim olmasa da yüklü bir hazineyi gözden çıkarmıştık. Daha önceki tatillerde pansiyon, motel gibi yerlerde kalır, o koy senin, bu deniz benim dolaşırdık. Telaşsızca güne başlar, yol üstünde görülesi yerleri görür, denizle, güneşle buluşur, akşamları yoruluncaya kadar şehrin altını üstüne getirirdik. Yemek de hiç sorun olmaz, rastladığımız yerlerde balık, çöp şiş, gözleme, mantı gibi işte ne varsa bütçemize uygun bir şekilde hallederdik.
Bu kez öyle olmadı. Çok telaşlıydık. Tesislere girer girmez odamıza eşyaları bırakıp, deniz kıyafetlerini giymemiz rekor bir sürede gerçekleşti. Hemen bir keşif gezisi yapıp neyin nerede olduğunu öğrenmeye çalıştık. Oldukça büyük bir alan üzerine kurulu tesiste yok yoktu. Pırıl pırıl bir deniz, birkaç yüzme havuzu, havuzun birinde kaydırak, her köşe başında bar, bunların arasında, pide, pizza yapan yerler. Açık büfe yemek, meyve, tatlı servisinin verildiği ana bölümden başka balık, kebap ve İtalyan restoranları da vardı. Dondurma servisi, Türk kahvesinden başka gece acıkanlar için çorba servisi, hatta o gün çevre gezisine gidenlere de kumanya hazırlanıyordu.
Disko, hamam, sauna, voleybol, tenis alanı da bulunan tesiste su sporları da fiyata dahildi. Doğrusu bunların hepsini yapıp tüm yiyeceklerin tadına bakmak için iyi bir tatil işçisi olmak gerekiyordu. Çoğu zaman yorgun düşsek de öyle yaptık. Nasılsa dönünce evimizde dinlenirdik.
Sabah erkenden uyanıyor kahvaltı sonrası aktivitelerin bulunduğu ana havuzun oraya havlu atıyorduk. Her gün canlandırıcıların düzenlediği eğlenceleri izliyor, bazen de onlara katılıyorduk. Oğlumla birlikte ok atıp, dart oynuyor, su topu ile plaj voleybolunu da es geçmiyorduk. Denizdeki muz animasyonun saati gelince de havluyu o tarafa atıyorduk. Havlu atma konusundaki uzmanlığımız Alman turistleri de geçmişti. Sürat motoruna bağlı muz denilen bota binmek, onca çabaya rağmen tutunamayıp kendini denizin ortasında bulmak çok eğlenceliydi.
Çok kişinin kayıt yaptırması, birazda ilk günlerin acemiliğinden gelişimizin üçüncü günü olmasına rağmen bir türlü su kayağı yapamamıştık. Hayatımda hiç yapmadığım su kayağı için bundan iyi bir fırsat olamazdı. Yarın, saat 14.00 gibi gelen animasyon görevlisinden mutlaka sıra almalıydım.
Ben vardığımdan az sonra görevli de geldi. Avusturyalı genç bir adamdı. Diğerleri gibi bu canlandırıcı da nedense Almanca konuşuyor, Türkçe bilmiyordu. Listeye yazılmak için sıra bana geldiğinde “Ori”, dedim. Çoğu zaman başıma geldiği gibi bu da anlamadı. Yine “Ori”, dedim. Bir şeyler söyledi ama bu kez de ben anlamadım. Tek tek harfleri söyledim, “O, R”, yok olmuyordu. Anlamadı beceriksiz. Aklıma çok gündemde olan ABD başkanı ile Monica geldi. “C & M” dedim. Birden kahkahalara boğuldu ve “Ori” diye yazıverdi. Sonraki günlerde sormadı bile.