19 Mart 2007

Barikatı Geçerken

Kaldığım öğrenci yurdu olmasaydı hayatımın devamı çok daha farklı olurdu. Üniversite okumak bir yana bu şehirde bile kalamazdım. Babamın onca kirayı karşılaması mümkün değildi.

Beşer katlı on bloktan oluşan öğrenci yurdunun büyük bir sosyal tesisleri ile kapalı spor salonu da vardı. İlk defa gerçek bir spor salonunu burada görmüştüm. Basket potaları fileli, yer çizgileri belirgin, ahşap zemin pırıl pırıldı. Burada spor yapmak, hatta yapanları bile izlemek gerçekten büyük bir zevkti. Neredeyse her tarafı camlarla çevrili kütüphane de bulunan yurtta ayrıca berber, kuaför, terzi, bakkal, ayakkabı tamircisi de vardı. Onuncu blok kız öğrenciler içindi.

12 Eylül olunca her yerde olduğu gibi kaldığım yurtta da her şey birden değişiverdi. Emekli bir albayın yurda müdür olarak atanmasının ardından, yurt çalışanları da asker oldular. Her sabah idari binanın önünde tek sıra dizilip komutana, yani müdüre selam dururlardı.

Önce kızları gönderdiler. Erkeklerin içinde ne işleri var diye. Oysa onlarla daha güzeldi yaşam. Hiç değilse kendimize bakıyor, iyi kötü çeki düzen veriyorduk. Onlar gidince kuaförde kendiliğinden kapanıverdi. Bizim özensizliğimizden neredeyse berber de kapanacaktı.

Yurttaki öğrencilerden sokağa atılanlar oldu. Daha sonra içeri atılanları duyduğumuzda onların yinede şanslı olduğunu düşündük. Kalan öğrenciler ise üzerlerinde yaka kartları, içlerinde tedirginlikle dolaşıyorlardı. Ne oluyor demeye kalmadan spor salonu da kapatıldı. Anladık ki Disk ve Barış Derneği davaları açılmış, koca salon bir gecede bal kabağına dönüşür gibi mahkeme salonu oluvermişti.

Mahkemenin olduğu günler konvoy halinde gelen askeri araçlar bahçeyi bir karargaha çevirirdi. Giriş kapısının bir hayli ilerisinde kurulan barikatla yol trafiğe kapatılır, barikatın olduğu yerde de silahlı askerler nöbet tutardı. Gelen konvoyun ortalarında bulunan iki zırhlı araç yargılanan ve günler süren davaların sonunda suçsuz oldukları anlaşılan aydınları taşırdı. Zırhlının küçük penceresinden belli belirsiz yüzlerini gördüğüm kişiler bazen Abdullah Baştürk, bazen Mahmut Dikerdem olurdu. Ne bileyim belki de ben onlara benzetirdim.

O gün okul çıkışı odamda bulunan ders notlarını almak üzere, basın müşaviri eniştesinin arabasını alan arkadaşımla yurda dönüyordum. Çok da keyifliydim, ilk kez yurda özel bir araçla gidiyordum. Aracın ön camında basın yazıyordu. Yurdun olduğu caddeye girip barikatları görünce birden o gün mahkeme olduğunu hatırladım. Aniden frene basan arkadaşım “Benim ehliyetim yok” dedi. Geri dönme şansımız yoktu, çaresiz barikata doğru hareket ettik.

Namlular üzerimize çevriliyken nereye gittiğimiz soruldu. Bir çırpıda yurda gittiğimizi söyleyip yaka kartımı gösterdim. Bunun üzerine komutanları arkadaşımdan ehliyetini istedi. O da hemen olmayan ehliyetini aramaya koyuldu. Şimdi hapı yuttuk dedim içimden. Yolun bugün kapalı olduğunu unutmakla büyük bir hata yapmıştım. Aramasını bitirip ehliyeti bulamayan arkadaşım “aceleyle çıktığımdan, gazetede unutmuşum abi” deyince, komutan da “numarasını söyle bakayım” dedi. Beş altı basamaklı bir sayı söyleyen arkadaşa bu sefer de “tekrar et” dedi. Tekrarlanan sayı öncekinden tamamen farklıydı. Ben artık kesin ayvayı yediğimizi düşünürken, komutan “tamam bir daha unutma sakın, geçin bakalım” dedi.

Hayretler içindeydim. Hatırladıkça da kendime sorarım; ehliyetsiz ve yanlış sayılarla biz bu barikatı nasıl geçmiştik.

10 yorum:

Unknown dedi ki...

12 Eylül öncesi anlattığın yurdun kızlar blogunda kalan biri olarak o günleri iyi hatırlıyorum. O gün orda o barikatı aşıp bugün burda bize anlatabilmene sevindim dostum. Blogumuzun kapanması erkek populasyonunu nasıl da etkimiş haberim olmadan yaşamışım bunca yıl.)

Bu sefer bizi köy yaşamının tatlı dinginliğinden, söğüt ağacları, ördek ve yımırtalardan alıp öğrencilik döneminin gerçeklerine, barikatlara götüren yazının tadı ve Kubrickvari sonu her zaman ki gibi yerinde. Eline ve yüreğine sağlık.

Adsız dedi ki...

Ne günlerdi ya, ben de 4 yıl devlet yurdunda kaldım. Seninki gibi olaylar görmedik ama bizim dönemde de polis vardı. Sadece fazla samimi olan erkek-kız öğrencilere uyarıda bulunuyorlardı. Polis Salahiyet Kanun’umu ne öyle bir kanun çıkmıştı ve millet tırsmaktan el ele bile yürüyemez olmuştu.
Hey gidi günler heyy.

Adsız dedi ki...

Gulay cim pek guzel gunler degilmis o gunler , halen eminim gucu eline alan her kurum boyle guzellikler yapiyor...guuuuuc bendeeeeee artiuiiiikkk diyerekten :)) hey gidi hey, eskimis olan ne var diye dusundum aslinda, sanki boyle olaylar halen oluyor...yasal olarak olmasa bile...ben universitedeyken de park bekcileri ustlenirdi o gorevi mesela :)) peki ya askerlik..asker de heryerde ayni, emret komtanim, sen emret...oldururum vatan ugruna,millet ugruna...neyse sevgiler, saygilar
Gecmis olsun tekrar Ori cim...

Adsız dedi ki...

Bu tam bir 12 eylül yazısı olmuş aslında keşke o zamana denk getirseydin daha anlamlı olurdu.Netekim iyi olmuş yine de:))
Bu ülkeye ve o güzel insanlarına yaptıklarının hesabı sorulmamış,Marmaris'ten arasıra hortlayarak gündeme gelen o zata da en içten selamlarımızı gönderelim!
Beynelminel'i hala izleyemedim,en çok da o zatın mizahla nasıl yerlebir edildiğini merak ediyordum.
Eline sağlık,sevgiler...

Adsız dedi ki...

12 EYLUL GÜNÜ BEN 12 YASIMDAYDIM.O SABAH KÖYDEYDIK.BABAMA SORDUM IHTILAL OLDU DEDI.ANLAMADIM TABI SONRA AKSAM KÖYDEN TRENLE DÖNDÜK.AKSAM ISTASYONA INDIGIMIZDE COK SASIRDIM.HER TARAF ASKERLER TARAFINDAN KONTROL ALTINA ALINMISTI.ISTASYON BAYRAM YERI GIBI BAYRAKLARLA DONATILMISTI.BENDE IHTILALIN BIR BAYRAM OLDUGUNU SANMISTIM. SIMDI HALA DÜSÜNÜRÜM O GÜNE KADAR PARTILARININ DERNEKLERININ BAYRAKLARININ YANINDA TÜRK BAYRAGI VARKEN NEDEN BIRBIRLERINI GIRTLAKLAMAYA CALISIRDI INSANLAR DEMOKRASI ADINA...KOSOVALI

Adsız dedi ki...

Gülayla aynı yurtta kaldığımızdan,Polis Salahiyet Kanununu hatırlıyorum.Ama pısırıklığımızdanmıdır,yoksa çocukluk dan geç çıkışımızdanmıdır nedir.O dönemde doğru dürüst bir sevgili bulamadığımdan,o kanun bende pek iz bırakmadı.Biz,camları yarıya kadar yağlı boya ile boyanmış camları yer yer kazıyarak,erkek bloğunu gözetleyerek,durumu idare ediyorduk.
Keşke,şimdiki aklımla o günlere geri dönebilsem.Herşey daha farklı olurdu.

Adsız dedi ki...

Yurttta kalma şansını her ne kadar yakalayamamış olsamda zamanın olaylarını ben de arkadaşlarımla aynı sıcaklıkta yaşadım.Çok olaylar yaşandı o tazecik yüreklerimizin atışlarını değiştiren.En zoru da o zamanın güzel insanlarına yapılmaması gerekenleri yapanlarla benim ve babamınyan yana gelmesi ve onlara saygı göstermek zorunda olmamızdı.Hala resimlerini saklarım kaybettiğim babamın aynı karelerde olmasından dolayı...Ehliyetsiz ve yanlış sayılarına da söylemeden edemeyeceğim;zaten o zamanlar barikatlar yanlış sayılarla geçiliyordu.Yazını sevdim her ne kadar içimi burksada.Sevgiler ,eline sağlık.Yurda.

Adsız dedi ki...

Ori cim valla Zibirix seni de Sem i de blogculukda geride birakti, atak yapmis durumda artik gunde 2 yazi cikiyo nerdeyse, valla bilemiyom Semazem odulleri diye kiymetli bir odul var...sanirsam ki Zibirix e gidecek boyle devam ederse...

Adsız dedi ki...

Valla ben de öğrenci yurdunda kaldım ama tabi arada bayağı yıl farkla. Bizim dönemde alttan son model arabalarla geçip "Gül döktüm yollarına" parçasını son ses dinleyen tipler vardı. Bende onların barikatını aşmayı başarmıştım:)) Güzel bir yazı eline sağlık..

Adsız dedi ki...

Ori'cim aslında yaşım ortaya çıkacak ama ben 12 Eylül üniversitelilerindenim.Ucundan azıcık size özensek de adamlar sizin döneminizin hıncını bizim bütün özgürlüklerimizi elimizden alarak çıkardılar. Hele bizden sonraki nesil çok daha şanssızdı. Onlara "hayatın gerçeklerine boşvermişliği" aşıladılar. Şimdikiler ise ne yazık ki sosyal olgulara çok büyük çoğunluğu ile duyarsızlaştırılmış bir nesil.