Üniversitenin tiyatro kolunda çıkardığımız oyunu Sarıyer’de Halk Eğitim Merkezi’nde yapılan Boğaziçi Tiyatro Şenliği’ne taşımıştık. Şenlik sonrasında ise orada tanıştığım arkadaşların önerisi ile tiyatro çalışmalarına Sarıyer’de devam etmeye başlamıştım. Topkapı’da kaldığım öğrenci yurdundan haftada en az üç gün hiç aksatmadan Sarıyer’e gidiyordum.
Oldukça başarılı ve ses getiren bir gruba sahipti tiyatro bölümü. Refik Erduran’ın Cengiz Han’ın Bisikleti, Haldun Taner’in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı sahnelenirken, Cahit Atay’ın Ermiş Mehmet’i etüt ediliyordu. Grubun hafta sonları iki kez sahnelenen oyunlarından başka çocuklara yönelik tiyatrosu da vardı.
Daha sonra sahnelenecek olan oyun ise Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı’ydı. Okuma çalışmaları, arkasından başlayan provalar hızla ilerlemiş ve verimli bir şekilde sürüyordu. Oyunun hemen başında fondan gelen sesle Anadolunu’n işgali anlatılırken sahnede yanıp sönen spotlar eşliğinde Yunan işgaline maruz kalan insanlar umarsızca tükeniyorlardı. Bir akordeon eşliğinde söylenen Kırmızı Gül türküsü sahnedeki durumu güzel özetliyordu. Sonrasın da ise Anadolu’da çıkış yolu arayışları ve Gazi Mustafa Kemal’le güç bulan insanların savaşı anlatılıyordu.
Bir sahnemiz vardı uyanıştan sonra cephe gerisini anlatan. Kimi yerde kılıçlar bileniyor, kimi yerde cephane üretiliyor, kimi yerde ise yaralılar tedavi ediliyordu. Epik tiyatronun güzel bir örneğiydi oyun. Bu sahnelerden birinde savaşan askerlere malzemeler taşıyan kadınlar anlatılırken, bir arkadaşımla ben de kağnıyı çekenleri canlandırmaya çalışıyorduk. Tabi sahnede hiçbir alet ve edevat olmadan yapıyorduk bunu. Fondan gelen müzik eşliğinde, yan yana durup ellerimiz omuzlarımızda bir sağa bir sola yekinerek…
Nihayet oyun çıkmıştı, son provalar yapılıyordu. Bir saatten biraz fazla ve tek perdelik oyunun kağnıyı çekme sahnesine sıra geldiğinde hemen yerimi almıştım. Ben arkadaşımın solundaydım. İlk hareket sağa doğru yapıldı. Sonra sola doğru. Daha sonraları kendi adına tiyatro kuran bu sevgili arkadaşımla o ana kadar çok başarılı bir şekilde iki öküzü canlandırmıştık. Sağ kulağım da Mmööö sesi duyana kadar.
Oldukça başarılı ve ses getiren bir gruba sahipti tiyatro bölümü. Refik Erduran’ın Cengiz Han’ın Bisikleti, Haldun Taner’in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı sahnelenirken, Cahit Atay’ın Ermiş Mehmet’i etüt ediliyordu. Grubun hafta sonları iki kez sahnelenen oyunlarından başka çocuklara yönelik tiyatrosu da vardı.
Daha sonra sahnelenecek olan oyun ise Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı’ydı. Okuma çalışmaları, arkasından başlayan provalar hızla ilerlemiş ve verimli bir şekilde sürüyordu. Oyunun hemen başında fondan gelen sesle Anadolunu’n işgali anlatılırken sahnede yanıp sönen spotlar eşliğinde Yunan işgaline maruz kalan insanlar umarsızca tükeniyorlardı. Bir akordeon eşliğinde söylenen Kırmızı Gül türküsü sahnedeki durumu güzel özetliyordu. Sonrasın da ise Anadolu’da çıkış yolu arayışları ve Gazi Mustafa Kemal’le güç bulan insanların savaşı anlatılıyordu.
Bir sahnemiz vardı uyanıştan sonra cephe gerisini anlatan. Kimi yerde kılıçlar bileniyor, kimi yerde cephane üretiliyor, kimi yerde ise yaralılar tedavi ediliyordu. Epik tiyatronun güzel bir örneğiydi oyun. Bu sahnelerden birinde savaşan askerlere malzemeler taşıyan kadınlar anlatılırken, bir arkadaşımla ben de kağnıyı çekenleri canlandırmaya çalışıyorduk. Tabi sahnede hiçbir alet ve edevat olmadan yapıyorduk bunu. Fondan gelen müzik eşliğinde, yan yana durup ellerimiz omuzlarımızda bir sağa bir sola yekinerek…
Nihayet oyun çıkmıştı, son provalar yapılıyordu. Bir saatten biraz fazla ve tek perdelik oyunun kağnıyı çekme sahnesine sıra geldiğinde hemen yerimi almıştım. Ben arkadaşımın solundaydım. İlk hareket sağa doğru yapıldı. Sonra sola doğru. Daha sonraları kendi adına tiyatro kuran bu sevgili arkadaşımla o ana kadar çok başarılı bir şekilde iki öküzü canlandırmıştık. Sağ kulağım da Mmööö sesi duyana kadar.