27 Ocak 2007

Mmöööö

Üniversitenin tiyatro kolunda çıkardığımız oyunu Sarıyer’de Halk Eğitim Merkezi’nde yapılan Boğaziçi Tiyatro Şenliği’ne taşımıştık. Şenlik sonrasında ise orada tanıştığım arkadaşların önerisi ile tiyatro çalışmalarına Sarıyer’de devam etmeye başlamıştım. Topkapı’da kaldığım öğrenci yurdundan haftada en az üç gün hiç aksatmadan Sarıyer’e gidiyordum.

Oldukça başarılı ve ses getiren bir gruba sahipti tiyatro bölümü. Refik Erduran’ın Cengiz Han’ın Bisikleti, Haldun Taner’in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı sahnelenirken, Cahit Atay’ın Ermiş Mehmet’i etüt ediliyordu. Grubun hafta sonları iki kez sahnelenen oyunlarından başka çocuklara yönelik tiyatrosu da vardı.

Daha sonra sahnelenecek olan oyun ise Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı’ydı. Okuma çalışmaları, arkasından başlayan provalar hızla ilerlemiş ve verimli bir şekilde sürüyordu. Oyunun hemen başında fondan gelen sesle Anadolunu’n işgali anlatılırken sahnede yanıp sönen spotlar eşliğinde Yunan işgaline maruz kalan insanlar umarsızca tükeniyorlardı. Bir akordeon eşliğinde söylenen Kırmızı Gül türküsü sahnedeki durumu güzel özetliyordu. Sonrasın da ise Anadolu’da çıkış yolu arayışları ve Gazi Mustafa Kemal’le güç bulan insanların savaşı anlatılıyordu.

Bir sahnemiz vardı uyanıştan sonra cephe gerisini anlatan. Kimi yerde kılıçlar bileniyor, kimi yerde cephane üretiliyor, kimi yerde ise yaralılar tedavi ediliyordu. Epik tiyatronun güzel bir örneğiydi oyun. Bu sahnelerden birinde savaşan askerlere malzemeler taşıyan kadınlar anlatılırken, bir arkadaşımla ben de kağnıyı çekenleri canlandırmaya çalışıyorduk. Tabi sahnede hiçbir alet ve edevat olmadan yapıyorduk bunu. Fondan gelen müzik eşliğinde, yan yana durup ellerimiz omuzlarımızda bir sağa bir sola yekinerek…

Nihayet oyun çıkmıştı, son provalar yapılıyordu. Bir saatten biraz fazla ve tek perdelik oyunun kağnıyı çekme sahnesine sıra geldiğinde hemen yerimi almıştım. Ben arkadaşımın solundaydım. İlk hareket sağa doğru yapıldı. Sonra sola doğru. Daha sonraları kendi adına tiyatro kuran bu sevgili arkadaşımla o ana kadar çok başarılı bir şekilde iki öküzü canlandırmıştık. Sağ kulağım da Mmööö sesi duyana kadar.

6 yorum:

Sem dedi ki...

Ustanın 105. doğum yılını kutladığımız şu günlerde anlamlı olmuş yazın. Bide resim yapmışsın süper olmuş:)) Yazın destanı hatırlattı ve bazı dizelerini kopyalıcam alta, umarım YKY ile başın derde girmez!

922 ağustos ayı ve kadınlarımız
ve 6 ağustos emri ve bir âletle bir insanin hikâyesi

ayın altında kağnılar gidiyordu.
kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmeyecekti.
kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar, ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak ve topraktı........

bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan
ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.

Adsız dedi ki...

yaşadıklarınız ne kadar güzel..doya doya yaşamak ve geçmişten bugüne kadar avuçları dolu gelmek bu galiba..bizi bile okurken gülümsetebiliyo ve bu kadar anlamlı gelebiliyosa kimbilir siz ne duygular yaşıyosunuz.çok güzeldi yazı.nazım hikmet zaten, her yazısı her şiiri bir destan...
arzu

Adsız dedi ki...

Bize O'nun insan olarak büyüklüğünü ve kabına sığmayan enerjisini,yaşamak ve savaşmak iradesini,hüzünlü ve alaycı uyanıklığını,eziyetlerden,ölümlerden kaçıp kurtuluşunu hatırlattınız.Sağolasınız...Benim için O, dıştaki düşmanla savaşırken içteki dostların hatalarına karşı kardeşce bir savaş sürdüren ama sürekli gerginlik ve mahpusluktan arta kalan güçlerini de tüketen,insan düşmanlarının amansız düşmanı, hiçbir şeyi görmezden gelmeyen,ölümünden sonra da bizim için aynı işi yapan,her yönüyle bugün bile bir örnek insan ,unutulması mümkün olmayan...
ELİNİZE SAĞLIK ,TEŞEKKÜRLER.
YURDANUR VARDAR

Adsız dedi ki...

Bende,ilkokul 5.sınıfta,Kurtuluş Savaşını anlatan bir oyunda.Kahraman bir Türk kızı olarak,vatanı korurken işi biraz abartmış o heyecanla , öğretmenimizin tabancayı yere doğru patlatmam konusunda o kadar öğütlemesine rağmen,aşka gelip,çoğugun tam suratına ,nişan almıştım.Sonuçmu ? Çok gerçekçi oldu.Yerde yatan ve dudağından kan boşalan bir Yunan askeri.İyiki iyi nişancı değilmişim.Allah korusun çocuğun gözümü mözünü çıkartmamışım.
Yine adımı yazdırmayı başaramayıp Said yazdırısam Ben pes ediyorum.
Dilek

Adsız dedi ki...

Sem cim eline saglik, Ori cim seninde oyle...bu dizeleri herhalde unutmak mumkun degil...okuzlerinde hakkini vermek lazimdi zaten

Sem dedi ki...

Dilek, öyle hemen pes edip bizi güzel yorum ve anılarınızdan mahrum etmek olmasın ltf. Hani bu kutuyu doldururken altta CHOOSE AN IDENTITY denen yer var ya orda OTHER kutusunu secin ve sectikten sonrada NAME denen kutuya isminizi girin; o zaman dilek said diyecektir ki bu mükemmel olacaktır:))

Umarım pes edicem diye espri yapmıyordunuz yoksa bu yazdıklarım boşa gidecektir;) ki durum böyleyse blog sahibimiz uyumasın ve bu yorumu siliversin lütfen:)))